"Ayakkabıcı" normalken, "kafatasıcı" nasıl normal değil? Aslında normal sözcüğünü de tırnak içine almak gerekiyordu, evet, "normal" değil. Fakat kural arıyorsanız yalnız biri doğru olmalı, meselemiz "norm" olmamalı. Çarçabuk ulaştığımız bu çıkarım da dilin ve dilde kural dediğimiz şeyin büyük oranda bir norm olmasıyla sağlam bir darbe alıyor: "Kafatasçı" gramer olarak yanlış çünkü "kafatas" diye bir şey yok. Fakat sırf yıllardır böyle söylenegeldiği için kulağa yanlış gelmiyor ve sözcük "norm" oluyor.
Şu kuralla devam edelim: Türkçede yan yana gelen iki vokal yardımcı ses alacaksa bu -y sesi olur. Ancak, iyelik eki, -ki aitlik eki gibi eklerle; hâl eklerinin arasına -y sesi değil, -n sesi gelir. Bu yüzden yalın hâldeki "elma" sözcüğüne yönelme hâl eki getirirsek "elma-y-a" olur. Fakat birleşik bir sözcüğe dönüşmüş olan ve aslen bir isim tamlaması olan "Ağaoğlu" [Ağa Oğ(u)l-u] örneğinde, sondaki -u üçüncü teklik şahıs iyelik ekidir. Demek ki bundan sonra alacağı herhangi bir belirtme eki ile arasına -y yardımcı sesi alamaz. (...mı?)
Fakat soyadı veya mekan adı gibi kullanılan bu tür tamlamalara alışmış ve alıştığımız gibi de yabancılaşmışızdır, kimisinin son harfleri bile gitmiştir mesela, İstanbul'da "...köyü" diye biten nice yer artık "..köy"dür. Kadı Köyü veyahut Karay Köyü ya da Mecidiye Köyü'nün de anlamca birbirinden farklı ama yapı olarak aynı bağları o harfle kopup gitmiştir. Mecidiyeköy'ün "Mecidiye Köyü"ne göre "İsmi Mecidiye olan köy" anlamını vermekte yapısal olarak daha az başarılı olduğu gerçek. Buna benzer bir şekilde Eminönü'nün ya da Ağaoğlu'nun tamlamalığı da kolayca "unutulabilir." (İnönü bunun için çok daha açık bir örnek. Hayatımda "İnönü'ne..." diyen hiç kimse görmedim. Sözcük, bu açıdan bakınca tamlamalığını ve anlamını yitirmiş gibidir, bir büyük tarihsel şahsiyeti sonra da İstanbul'da futbolun yıllarca beşiği olmuş bir mekanı işaret ederek kullanıldıkça tamlamalığından sıyrılması "normal"leşmiştir. Fakat bir de "Kaleiçi" gibi, ifade ettiği "bir kalenin içinde bulunan yer" anlamı hiç silinmeyecek ve tamlamayı sürekli hatırlatan örneği düşünelim. "Kaleiçi'ye" diyen de duymamışızdır.)
Bu son örnekler belki kural vurgunuz bağlamında anlamlanabilecek, umduğumuzdan daha canlı, istisnalar barındıran bir dil eğilimini de ortaya seriyor: Yapısıyla anlamı arasındaki bağı yitiren ses veya sözcük kendi yolunu bulur. Burada kuralı yapan, insanlar arasında konuşulan dilin ta kendisidir.
Bir de Batlegolas'ın ilk cümlesini anlamadım. İçinde -y ünsüzü olan bir yönelme eki varyantı yok. Ek; -e ya da -a şeklini alabiliyor. Aradaki -y sesi, yardımcı sestir. (Kaynaştırma harfi adıyla hâlâ öğretilip öğretilmediğini bilmediğim ses, aynı şey yani...) "... kurumuna" örneğinde de tepede andığım y-n hiyerarşisinden dolayı -n kaynaştırma sesi gelmesi doğal. -U eki, burada da üçüncü teklik şahıs iyelik eki.
0